9 Mart 2012 Cuma

CAMİ-MADEN-NEFES


Bir cami avlusu; ihtişamlı iki minare arasında bir çeşme, çeşmenin etrafında insanlar bekleşiyorlar. Yıllanmış kavak ağacı dallarından başka bir de uğultu var. Trafikte arabalar, kornaları, insanlar, satıcılar, kuşlar ve hatta karıncalar da uğultunun göbeğinde şaşkın.
            Düşünüyorum da bugüne kadar ne çok mermer gördüm. Hakikisi, yapayı, düzü, desenlisi, leke yapmayanı… Bir ara o madenin çıkarıldığı şehirde bile yaşadım. Sanılanın aksine oradaki caddelerde, sokaklarda ve yapılarda mermerin ağırlığı hissedilmez. O denli ki ‘geçiyordum da uğradım’ havası bile yoktur. Oysa şimdi bu uğultunun orta yerinde bizzat buraya gelmek için yola çıkmış yüksek, uzun ve soğuk bir mermer var. Leke yapıp yapmadığını bilmiyorum.
            Elleri göbek hizasında birleştirilmiş, etrafına şaşkınca bakınan insanlar var. Şaşkın, meraklı, hüzünlü, buğulu… Kimin ne hissettiğini bilemiyorum. Yaşamımda pek çok insan tanıdıysam da, bazen gözlerine bakıp anladıysam da duygularını, ruh bilimine merak saldıysam da bilemiyorum. Bildiklerim bu noktada yetersiz kalıyor. Yüzlere çarpan ismi belirsiz o karmaşık duygu ifadesizlik yaratıyor. Zaten çoğunun güzünde hüzün, hüznünü saklamak isteyenlerdeyse gözlük var. Görüneni tanımlayamıyor, tanımlananın da ötesini göremiyorum.
            Ağaçlar… Ne şahanedir yazın gölgesinde oturmak. Sırt dayamak yıllanmış gövdesine, düz bir yolmuşçasına üzerinde hiçbir yere sapmadan, sürüden ayrılmadan, kaybolmadan yürüyen karıncalar ne çalışkandır. Ve insana ilham verir güçleri. Meyvelerinde hoş sohbet, yapraklarında şifa, kökünde sarsılmazlık ve kendisinde hayat vardır. Her bir soluğumuzu borçlu olduğumuz bir yaşam kaynağıdır o. Peki nasıl olurda yaşamımızın kaynağı, bence kutsal olan bu varlık biz nefes alamıyorken de sarmalar bizi? Hatta yardım eder, işe yarar, tutar bizi, taşır… Nasıl olur?
            Bayanlar hep böyledir. Bayılırlar siyah giyinmeye. Çünkü hem ince hem uzun hem ciddi hem de alımlı dururlar. Dünyada bu kadar çok renk ve sayamayacağım kadar tonu varken, hissettiğimiz renklere bürünüp bütünleşmek varken, dünyayı olduğundan daha renkli, daha yaşanılır kılmak varken neden bir yansıma bizi bu kadar mutlu eder anlamam? Ama bu gün ne ince ne de zarif olmak için giyildi siyahlar. Bu günün tek amacı ciddiyet ‘ Bakın son derece ciddiyim, üzgünüm’ ifadesini konuşmadan da anlatabilmek. Şimdi şu avludan alı moruna karışmış biri girse, üzerinde hissettiği bütün renkler olsa, iç dünyası bizden farklıysa ve o bunu böyle yansıtıyorsa ciddiyetine ve acımızı paylaştığına ne kadar inanırız?
            Gittikçe kalabalıklaşan bir cami avlusu: üzerinde ciddiyetin rengini taşıyan, gözlerindeki anlamı örten, elleri göbek hizasında kenetlenmiş bir yığın insan. Ve çeşme ve ihtişamlı minareler ve avlunun orta yerinde bir maden, madenin üstünde yaşamımızı sarmalayan nefes. İşte orada, oracıkta duruyor her şey. Her şey yerli yerinde; camii, maden, nefes!
            Bu günlerde beni ve varlığımı saran korkunç bir korku var. Her köşe başında, her merdiven boşluğunda, her satır arasında karşıma çıkan beni ürküten bir korku. Bir gün, bir sabah, belki bir gece yarısı ya da akşamüstü ansızın bir acı haber almaktan korkuyorum. Hayatımda yeri olan, izi olan, ağırlığı olan, sevgisi olan herhangi birini kaybetmekten çok korkuyorum. Kaybetmek; yani bir şeyin ellerinin arasından aniden belki de fark ettirmeden yok olup gitmesi. Sonra o ‘şey’ olmadan yaşamaya çalışmak. Onun, hayatındaki izlerini gördükçe içinin burkuluşunu hissetmek. Bir anıyı anmak tek başına, o anının içindeki ‘şey’ olmadan, onun varlığını hissedemeden, aklına gelenleri paylaşamadan, tek başına, hayatının o anını dolduran ‘şey’ yanında olmadan hatırlamak. Hatırladığın olaya gülememek, gülmek bir yana tebessümü bile aklından geçirememek. Sadece yokluğun ağırlığını hissetmek. Hayatını dolduran o ‘şey’in yokluğu altında ezilirken kalbindeki derin, depderin sızının ağırlığını hissetmek.
            Kaybettim. Hayatımda pek çok rolü olan o ‘şey’i kaybettim. Ve arayamıyorum. Nafile bir kederin içine gömüldü yalnızlığım. Hüzün buğusu bir sessizliğim oldu işte sonunda. Hani bir gün poğaça yerken senin boğazına kaçmıştı da öksürmekten gözlerin yaşarmıştı. Kırmızı kazağını ödünç alıp da kirlettiğimde ne çok kavga etmiştik. Bir keresinde haince bir yalan söylemiştim sana. Şimdi o yalan için pişman oluyorum. Ayağım buzda kayıp düştüğümde gülüyorsun diye kızmasaydım keşke. Sonra ayrı yaşamaya başladığımızda daha sık arasaydım seni. Ve keşke hiçbir zaman yalnız kalmak istemeseydim, bir an bile olsa.
            Şimdi o yok. Göğüs kafesimi sıkıştıran, nefes almamı engelleyen, içimde veremli bir fare gibi eşinip duran, bağrımı, yüreğimi yırtan, gittikçe büyüyen bir yokluk bu. Kalbimden beynime fışkıran, kulaklarımı sağır, gözlerimi kör eden yokluk. Ellerim tutmuyor, damarlarım çekildi, kemiklerim sanki camdan bir enkaz, etlerim dövülüyor, ufalanıyorum. Sular altında kalmış bir batık gibiyim. Duygularım buzdan bir kaleydi. Korkuyordum hissetmeye, korkuyordum o boşluk hissinden. Taşımak ve yaşamak istemiyordum yitirmişliği. Beni ürkütüyordu bir şeyleri kaybetmenin fikri. Şimdi o yok. Buzdan kalelerim bir saniyede, içimden gelen ateşle eridi. Beni amansızca sarıverdi. Vücudum kırılmış, parçalanmış, ufalanmış hissetmiyorum. Buz gibi duygularımın arasında yalpalıyorum, yanıyorum…
            Bu; sevdiğim birini kaybetme acısının hayali bir yansıması. Sevdiğim insanların bu dünyayı amansızca terk etmesinden ve böyle bir enkaz olmaktan korkuyorum. Korkmak az geliyor kaygılanıyorum o da olmadı yanıyorum. Şimdi bu manzaranın neresine kimi koyabilirim? O cami avlusu, maden, ciddi insanlar ve yokluğun yürek burkan acısıyla kavrulan kişi kim olabilir? Ben hangi, kalbimi paylaştığım insanı, o tahtadan nefese bürünmüş, avlu ortasındaki maden üzerine yakıştırabilirim? Kime bir daha sarılamamayı, dokunamamayı, kiminle konuşamamayı, bakışamamayı kabullenebilirim? Fikrimde bir şeyin yokluğuna bile alışamazken kimin, hangi, sevdiğimin yokluğuna alışabilirim? Yok oluşunun ardında nasıl ağlayabilirim ve en acısı bunu yüreğime nasıl anlatabilirim?
            Son nefesim bedenimi terk edene dek yokluğunu görmek istemiyorum. Hayatta olman benim için çok önemli ve değerli bunu senin de bilmeni istiyorum. Bu yazı; sensiz yaşamayacak bir insanın varlığını bilesin ve kendine daha iyi bakasın diye yazıldı. Bu yazı; ardında bir enkaz, yaralı bir ruh bırakmanın ne kadar acı verici olduğunu bilesin diye yazıldı. Bu yazı yaktığın her SİGARA’ nın seni yaklaştırdığı son için kaygılanan biri tarafından yazıldı. Kendi varlığımı koruduğum sürece varlığını ve sevgini hissetmek en büyük mutluluğum olacak. Ruhuna ve bedenine iyi bak.                                                                                                                                                Seni önemseyen biri…        
           

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder