9 Mart 2012 Cuma

Veda


 Ben bilirim bir şehirden yalnızca bavulunu alıp gitmenin ne demek olduğunu. Caddelerini, sokaklarını, evlerini, kaldırım taşlarını sayarak gitmeyi… Üzerinde defalarca kez yürüdüğün yollara, bindiğin otobüslere, girdiğin mağazalara, yemek yediğin lokantalara el sallayarak gitmeyi… Her şeyle ve herkesle vedalaşarak, küskün tek bir çiçek bile bırakmadan geride, ezberleyerek tüm isimleri, bavulunu toplayıp da gitmenin, daha giderken bile özlemenin, özlerken uzaklaşmanın, uzaklaşırken biraz buruk biraz sitemkar da olsa gitmenin ne demek olduğunu bilirim.
                Bilirim, aslında anladığında yanındaki bavulun anlamsızlığını anılarının yanında, gitmenin ne denli zor olduğunu. Zor olduğunu kurulan veda cümlelerinin, anlamsız olduğunu son öpücüklerin. Belki de bu yüzden kaçamak bir veda mektubu bırakılır, en yakınlarının yüzüne çıplak bir efkarla gülümserken. Belki de bu yüzden bir öpüş bu kadar uzatılır adı, tadı ve izi kalsın diye.
                Hafızanı zorladığında, her bir görüntüyü yakalayabilmek için, anlarsın ne kadar çok anıya dönüşen anın olduğunu. Gece geçilen köylerden birinde yanan bir ışık hatırlatır dumanlı geçen geceleri. Bir kır kahvesi yakar sigaranın yaktığı gibi hüzünleri. Serin bir esinti getirir sevdiğinin hayalini ve birde yalın ayaklı serçe, dostlarından bir gülüş taşır kanadında. Hızla akarken gece penceremden tek başına, karda kışta da olsa, yükün omuzlarında geri dönmek istersin. İstersin ki sabaha ‘günaydın’ diyerek, çayını yudumlayarak, taşlarını saydığın kaldırımdan geçerek, mektup bıraktığın arkadaşına giderek ve el salladığın sokaklara bile haykırmak istersin; ‘ben geldim!’ diyerek.
                Pencerenden akarken gece, ham bir çayın kokusu sızlatır içini, yakar ellerini. Üşürsün, sebepsizken. Ellerin titrer sebepsizken. Ve ‘neden?’ dersin, neden bu ayrılık, neden bu gidiş hiçbir sebep yokken?
                Bir şehri terk ederken bir bavul yeter sanıyor insan. Neden sonra anlıyor, hangi yaşanmışlığı sığdırabilirsin bir eşya bavuluna? Yaşanan kaç şey bir eşya boyutunda? Ruhuna iz bırakan şeyler de iz yapar mı katlanınca? Hangi emanetçide bulursun, bavulunu unuttuğunda, yürek yangınlarını? Ve hangi hamalın gücü yeter bir eşyayı taşır gibi sana ait duyguları taşımaya? Hangi taksi bagajına koyabilirsin içinde var olanları? Fermuarını çekip kilit vurduğunda, kalır mı duyguların sen açana kadar? Bir bavul yetmez asla hiçbir yaşanmışlığı taşımaya!
                Gitmek kalana ‘hoşça kal’ demek gibi görünse de, kalanın hoşça kalmayacağını düşünüp üzülmektir çoğu zaman. Gitmek, yeni yerler keşfetmek gibi görünse de keşfettiklerini unutmama çabasıdır. Gitmek, gittiğini fark ettiğin anda başlayan bir yolculuktur. Gitmek dediğin bir bavulla olur biter sandığın ama aklının yüküne kendinden başka taşıyıcı bulamadığın şehirlerarası bir eziyettir. Meziyetse yükünün ağırlığına rağmen görebildiğin kadar çok şehir görmektir… 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder